24 Kasım 2009 Salı

EDEBİYATIN HAZ DURAKLARI-5 (SIMONE DE BEAUVOIR-MANDARİNLER)

İmge kitabevinin son zamanlarda edebiyat eserlerine (genellikle ölçülü politik denemeler yayınlayan bir kitabevi-yayıncıdır çünkü) ağırlık vermeye başlaması ve ilk yayınladıkları romanlardan birisinin de Simone De Beauvoir'in en önemli eseri 'Mandarinler' olması hakikaten hoş bir sürprizdi.
20.yüzyılın en önemli feminist (tarih sahnesinde ilk kez bu kadar etkili olan) aydınların başında gelen Simone De Beauvoir klasik bir feminist anlayışın çok daha ötesindeydi aslında. Yazar, Sartre'ın hayat arkadaşı olması dolayısıyla da, o dönemin etkin felsefi görüşü 'Varoluşçuluk' çerçevesinde ele alıyordu kadınlık sorunlarını. Feminist bakış açısı hiçbir zaman klasik manasıyla feminizmin kalıpları içinde olmamış, insan varoluşunu kadın varoluşundan önce tutmuştur. Sonuç olarak De Beauvoir, feministten önce varoluşçu bir filozoftur. Öyle ki, romanın kapağında yazarın hayatı tanıtılırken, "post-feminizmin kurucusu..." gibi bir ibare vardır.
De Beauvoir, klasik manasıyla bir feminist olsaydı, kuşkusuz kadınları erkek egemen dünyaya karşı başkaldırıda bulunmaları için uğraşırdı, oysa bunu öyle ulu orta yapmamıştır hiçbir zaman. Çünkü bu tutum, onun feministliğini slogancı bir demogog konumuna indirgerdi hiç şüphesiz. Oysa yazar, hiçbir zaman "Ey kadınlar!..." diye başlayan söylemlere girişmemiştir. Bunun yerine, yazarın en önemli işlevini yerine getirerek gösterir. 'Göstermek,' yazarın, slogandan daha etkili bir silahıdır olmuştur her zaman. Slogan ise politikacıların işidir. Simone De Beauvoir bu bağlamda yazardır. Evet, aktivistliği onun en önemli özelliklerinden birisidir, ama bu onun etkinliğini 'göstermek' değil de 'bağırmak' yoluyla kurduğu manasına gelmez.
'Mandarinler' bize şunu gösteriyor: 2.Dünya savaşının bittiği, Fransa'nın Alman işgalinden kurtulduğu yıllarda Paris'teki entelektüel çevrelerin yaşadığı bunalımları ve siyasi ikilemleri. Savaştan sonra dünya Amerika ve Sovyetler Birliği olarak iki cepheye bölünmüş ve o zamanlar aydınlar arasında bir taraf tutma zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Kendi düşüncelerinin hiçbir zaman bir başına anlamı olmayacağının acısını duyan bu insanlar, bir yere bağlanmaktan kaçamazlar ve bu onları başka düşüncelerin tutsağı haline getirir. Bunu 'bağlanma ahlakı' diye bir düşünceye oturtmaya çalışırken Sartre'ın acılarından kaçmak istemesi, kendini felsefesi aracılığıyla haklı çıkartmaya çalışması boşa olmasa gerekti. Bu, o zamanların entelektüel sorunlarına bir arayıştı aslında. Dönemin burjuva geçmişe sahip Fransız aydınlarının (Sartre, Camus, Koestler, Simone De Beauvoir vb... romanda da görünen kişiler) yaşadığı 'Komünist Parti' ye girip girmemek ikileminin doğurduğu ruhsal çalkantılar 'Mandarinler' de üstüne düşülen bir durum. Öyle ki, romanın karakterleri bu sıkıntılarından değişik yollardan kaçmaya uğraşır. Kadın karakterlerden Paule ve Anne aşkın, Nadine ise hiçliğin peşinden koşar, Henri ve Robert yazının gücüne inanır, Sezenac uyuşturucu bağımlısıdır ve Vincent savaş döneminde Nazilerle işbirliği yapanları öldürme tutkusuyla yaşamaktadır örneğin.
Zengin karakterleri, insanın bunalımlarını, politize olmuş bir dünyanın sıkıntılarını insan varoluşunun gerçekliğini göz ardı etmeden aktarmış, aşk gibi insanın en naif duygusunu dahi atlamamış olan 'Mandarinler' gerçek bir edebiyat şaheseri.  

1 yorum:

Çiğdem Sakarya dedi ki...

"kadın doğulmaz, olunur!" "Dişilik (tıpkı erkeklik gibi) bir doğa olgusu değil bir kültür olgusudur, değiştirilmez bir özden türemez, tarihsel bir varoluştan ileri gelir, bir kader değil bir Ürün'dür.Oysa sözde bir "dişi yaradılış" adına binlerce yıldır kadınlar, yani insanlığın yarısı, bağımlı, görece, ikincil bir konumda tutulmuştur. Sadece Erkek, Özne konumuna yükseltilmiştir. Kadın Nesne'dir; Erkek aşkınlıktır, ışıktır, etkenliktir, Kadın içkinliktir, karanlıktır, edilgenliktir. Kadın Erkek'e göre Mutlak ötekidir. Beauvoir apaçık bir gerçek gibi görülen bu geleneğin beraberinde getirdiği baskıyı ifşa eder. Yetiştirilme biçimi kadını koşullandırır ama kadın bu tuzağı bozabilir ve bozmalıdır." Simone De Beauvoir..