21 Kasım 2009 Cumartesi

CUMARTESİ NOTLARI

Bağdat Caddesi'nde Cumartesi
Bu caddede hafta sonu gözlemlerde bulunmak bazen hoşuma bazense garibime gidiyor nedense. Bugün gene o her zamanki dünyadan bihabermiş izlenimi uyandıran cadde gençliği, en şık kıyafetlerini giyinmiş, salınmıştı caddeye. Bu insanların yerinde olmak ister miydim diye soruyorum kendime? Yaşadığımız yerküredeki acıları ve sorunları hiç anlamamayı seçmiş olsaydım, evet. Ancak acılar içindeki dünyamızın en katı gerçekliğiyle gözümün önünde durduğunun bilincinde olduğumdan, elbette hayır!
Oryantalizm çağımızda yeni bir biçim alıyor ve bunun en önemli kanıtı Bağdat Caddesi gençliği kanımca. Neo-oryantalist diyeceğim bu gençlik, diğer milyonlarca Türk genciyle birbirlerine öylesine yabancı ki... Neo-oryantalist kuşak gençliğin bu azınlıktaki mensupları, kendi ülkesinin insanlarına bir yabancının gözüyle, yüz ifadelerindeki o iğrenç aymazlıkla nasıl da bakıyorlardı bön bön.
Marksizmin öldüğünü sananlara...
İnsanlığın birçoğu Marksizmin tarihe gömüldüğünü düşünse de, biliyorlar mı ki, dünyada Marksizmi çağımıza uydurmaya çalışan yazar ve filozoflar var. Ellen Meiksins Wood ve Slavoj Zizek bunların önde gelenleri; bilhassa döneklere özenle duyurulur.
Türk Modernleşmesini 'Batılılaşmak' olarak koyan Atatürk müydü?
Koskocaman bir HAYIR!
Şu gerçeği Türk halkından sakladılar yıllarca: Mustafa Kemal'in Batılılaşma'dan anladığı, batıyı taklit ederek ve onun öncülüğünde (bu, Osmanlı'nın batmasına neden olan Tanzimatçıların görüşüdür) bir ilerleme değil, onların uygarlığının temelini oluşturan metotları (Rasyonalizm ve Bilimsellik) kendimize özgün şartlara uydurup, ortaya özgün bir uygarlık çıkartmaktır.
Ama hep tersi anlatıldı bize. Yani Tanzimatçıların modernleşmeyi alış biçimi Atatürkçülük olarak lanse edildi. İş böyle olunca, çok partili sisteme geçişimizden sonra, muhafazakar sağ partilere gün doğdu elbette. Atatürkçülük olarak yutturulmaya çalışılan, ama Tanzimatçılıktan bir farkı olmayan Batılılaşma anlayışı, sağın, halka, resmi ideolojiyi dikte edenler ile halk arasında nasıl bir uçurum olduğunu ortaya koyma kozu verdi.
Hani bugün iktidardaki, kendi düşüncesine göre laik olmayan partiye kızan CHP varya, Mustafa Kemal'in düşüncesini gerçekten anlayıp, 1938 sonrasında modernleşmeyi Tanzimatçılar gibi algılamasaydı, bugün o çok kızdıkları parti de iktidarda olmayacaktı. Zaten türban açılımları da, bunu algılamaya başladıklarına bir işaret değil miydi?
Türk Kadınlarının Ünlü Hayranlığı Sorunsalına Kısa, ama Özlü Bir Bakış
Aşk-ı Behlül ne demek?
Aşk-ı Memnu dizisinin oyuncusu Kıvanç Tatlıtuğ'a olan hayranlığını göstermek isteyen genç bir Türk kadınının, Msn'deki kişisel iletisine 'Aşk- Behlül' yazmasını duyduktan sonra hissettiğim ilk şey, kelimelerle oynanıştaki basit ustalığı takdir etmek yerine, duyulmasının aslında anlamsız kaçtığı bir hayal kırıklığı oldu. 
Böylesi bir hayranlık biçimi, kapitalist bir toplumun bireyi nasıl da 'tapınç kültürünün' bir parçası olmaya ittiğini gösterir. 'Tapınç kültürü' tapılan ünlüyü ise etten kemikten daha öte bir mertebeye, insan üstü bir varlığa dönüştürür. Ama özünde insan olduğu içindir ki, fiziksel özellikleri gibi önemsiz bir nedenle şöhreti yakalamış kişiler, kötü alışkanlıkların doğurduğu acı bir 'son' yaşamışlardır genellikle.
Tapınç kültürünün bir neferi olmak suçu ise, sistemin bir parçası olup olmamayı seçmekle ilgili bir olgu.  

Hiç yorum yok: