24 Mart 2009 Salı

DİN OLGUSUNUN YÜKSELİŞİ

Yüzyılımızın başlarında, dünyamızda, din olgusunun uzun yüzyıllar sonra tekrar yükselişte olduğu yadsınmaz bir gerçek.

İnsanın, aklını bir kenara koyup, geriye dönüş nedenlerinin iyi anlaşılması gerekiyor. Öncelikli olarak, din düşüncesinin tekrar yükselişin ortaya çıkardığı en büyük sorun, rasyonalist düşüncenin ‘ortak’ bir zeminden hareket ederek, insan doğasının bencillik ve ego gibi özelliklerini yıkamamış olması kuşkusuz.

18.yy sonları itibariyle aklının bilincine varan insanlık, yeryüzünde bir cennet kurulabileceği düşüncesine iyiden iyiye inanmış, rasyonalist ve pozitivist düşünceler ışığında, bu dünyada yaşanacak hayatı öte taraftaki hayatla ikame etmişti. Fransız devrimi ve soldaki her türlü düşünce, insan aklına dayanan bir adalet sistemini tanrısal adaletin karşısına koyuyor, böylece insanlık tarihinin en büyük dönüşümlerinden birini gerçekleştiriyordu. 1789 Fransız Devriminde kralın başının giyotine gitmesi, bir bakıma tanrıyı öldürmek anlamına geliyordu. Çünkü kral, tanrının yeryüzündeki temsilcisi, yetkilerini tanrıdan aldığına inanılan biriydi.

Artık insanoğlu için akıl her şeyden üstündü ve bir cennet varsa, bu ancak yeryüzünde olabilirdi, öte taraf düşüncesine ihtiyaç yoktu.

Çağımıza kadar bu böyle geldi. Ancak daha sonra…

20.yy sonlarında ve 21.yy başlarında başlayan söylemler ve eylemler, din düşüncesinin tekrar gündeme gelmesine neden oldu. Medeniyetler çatışması, 11 Eylül saldırıları, Hıristiyan-Müslüman kutuplaşması, ılımlı İslam, radikal-dini terör grupları, Avrupa’da iktidara gelen Hıristiyan partiler, Ortadoğu’da islamın yükselişte oluşu vb… olaylar ve düşünceler bunu gösteriyor.

Peki, insanlık bu duruma nasıl geldi?

Kanımca;

a) Dünyadaki zenginliklerden pay alamayan, dünya nimetlerinin adaletsiz dağılmış olduğunu düşünen bir insan, sosyalizm benzeri eşitlikçi düşüncelerin hayata geçirilememiş olmasından dolayı da hayal kırıklığına uğrayınca, ruhsal bakımdan kendine sığınacak bir liman arar ve dine yönelir. (Ülkemizde sendikacılık yerine tarikatçılığın daha popüler olmasını örnek verebiliriz)

b) Küreselleşme, insanlığı ve dünyamızı daha zenginleştirmek iddiasıyla ortaya çıkmıştı, ancak sonuçların hiçte beklendiği gibi olmadığı görülmüştür. Küresel kapitalist sistemin acımasız çarkları arasında ezilen birey, bir savunma mekanizması olarak gördüğü dine sığınarak, sistemin acımasızlığına karşı kendini koruduğunu düşünür.

c) İnsan aklının kurduğu adalet sisteminin aslında büyük adaletsizlikler doğurduğunu, hukukun daima güçlünün yanında olduğunu gören birey, doğal olarak adaleti öte tarafta, bu dünyanın dışında arayacaktır.

d) Doğu bloğunun yıkılmasından sonra düşmansız kalan kapitalizm (çünkü bu sistem bir düşmanı olmadan yaşayamaz) kendisine yeni bir düşman yaratmak için, dinci terör örgütlerini el altından kendisi yaratmıştır. Samuel Huntington’un ilk kez 1993 yılında ortaya attığı ‘Medeniyetler Çatışması’ tezinden sonra, medeniyetler gerçekten de çatışmaya başlamıştır.

Bu saydıklarım Ortadoğu ve İslam dünyasından insanlar için dinin yükselinin nedenleri. Oysa Batıda da dinin öneminin arttığı görülüyor. Bunu da, Medeniyetlerin diğer tarafından gelen tehditlere karşı bir refleks olarak açıklayabiliriz. Eskiden kapitalizm-komünizm eksenli olan çatışma, medeniyetlerin ve dinlerin çatışmasına dönüşmüş durumda. Eskiden herkes kendi ideolojisine sığınırken, şimdi kendi dinine sığınıyor.

Ve bu kutuplaşma ve çatışmalarda, olan yine insana oluyor.

Hiç yorum yok: