24 Mart 2009 Salı

3B EGEMENLİĞİNİN SONU MU GELİYOR?

3B, on sekizinci yüzyıldan itibaren dünyayı yöneten (ya da sömüren mi demeli?) ve dünya nimetlerinden en çok pay alan insanların sınıfsal niteliğini açıklıyor: yani; beyaz, burjuva ve batılı…

Fakat…

Hegel’in tarihsel diyalektiği’ne göre ‘tarih’ ileriye doğru akar. Yani toplumlar ve devletlerde tıpkı felsefi düşünceler gibi tarihin ilerlemesiyle birlikte değişim geçirirler. Bugün dünyaya hükmeden bir devlet, bir yüz yıl sonra yok olmuş veya eskiden geri kalmış bir ülke zamanla güçlenmiş, dünyada söz sahibi olmuş olabilir. Diyalektik tarih felsefesine göre tarihi yapan şey, üretim şekilleriyle belirlenen toplumlardır. On sekizinci yüzyıla kadar karanlıkta yaşayan Avrupalılar, yeni keşifler ve buralardaki hammaddelerin yağmalanması yoluyla zenginleşmişler, üretim biçimlerini belirleyerek uygarlıklarını kurmuşlardı. Oysa tarihe bakılacak olursa, Bizans, Roma ve Osmanlı gibi güçlü imparatorlukların da kendi zamanlarında dünyaya nasıl hükmettikleri görülecektir. Tarihin diyalektik akışı göstermiştir ki, hiçbir hükümdarlık sonsuza dek sürmemiş, diyalektiğin mantığına uygun olarak, karşıtlar arasındaki gerilimin sonucunda evrim geçirmişlerdir.

3B, uygarlığının zirvesine 20. yüzyılda ulaştı. Temeli barbarca bir tamahkarlığa dayanan bu uygarlığı temsil eden ülkelerin iki Dünya Savaşı çıkartıp birbirlerini boğazlamaları, sömürgelerin daha çoğuna sahip olma tutkularından kaynaklanmıştı.

İşte bu iki büyük kanlı savaştan sonra Batılılar, Sanayi ve bilimde en üst düzeye çıkmış, bunun getirmiş olduğu altyapısal gücün sonucunda ise kültür ve sanat alanında da egemen aktör olmuşlardı. Kısacası, ekonomik, bilimsel ve kültürel bir uygarlıktı kurdukları.

3B egemenliği, Sovyetler Birliği’nin dağılması ile artık karşılarında hiçbir rakip kalmadığını düşündü. Kuşkusuz, Komünizm şeytanını yendiklerine inançları tamdı. Sosyalist bloğun dağıtılmasıyla önlerine yeni pazarlar açıldı. Güçlü sermayeleri eskiden giremedikleri ülkelere girecek, daha da zenginleşecekti. Ancak eski sömürgecilik anlayışları bilenmeli, sömürülen ülkelerde de kabul görecek yeni bir kılıf bulunmalıydı. Çok geçmeden buldular da: Küreselleşme!

Ancak işlerin hiçte bekledikleri gibi gitmediği 2000’li yıllarla birlikte görülmeye başladı. Büyük patron hala 3B olmasına karşın, üretim güçlerinin batıdan doğuya kayması ve son yıllarda dünyanın öte yakası lehine ilerleyen ekonomi politik gelişmelerin, Hegel’in diyalektik tarih felsefesini tekrar gündeme getirip, derin bir şekilde incelenmesine neden olacağını söyleyebilirim.

İşaretler 3B egemenliğinin birçok alanda kendini tükettiği yönünde. Artık iyi bir sanatçı dahi çıkartamadıklarına kim itiraz edebilir? 20.yüzyıla damgasını vuran yazarlar, çizerler, düşünürler hani nerede? Eskiden sadece birkaç yazarının yabancı ülkelerde bilindiği Türk edebiyatının, alanında dünyada en rağbet gören ülkeler arasına girmesi boşuna mı? Ya da İran sinemasının yaptığı çıkışa ne demeli? Dünyanın Ford gibi en önemli birkaç otomobil markasını Hintlilerin satın aldığını merakla okumadınız mı geçenlerde? Rusların, Çinlilerin, İran’ın, Latin Amerikanın 3B egemenliğine resmen başkaldırdığını hayranlıkla izlemiyor muyuz?

Tüm gelişmeler, 3B’nin, uygarlığını daha da güçlendireceğini düşündüğü küreselleşmenin, namlusunun kendisine döndüğü bir silah olduğunu göstermektedir. Tarih, belki biz göremeyeceğiz ama, küreselleşmenin 3B uygarlığını koruyacağını mı, yoksa bitireceğini mi yazacaktır.

Artık kesindir ki, Konjonktür evrim aşamasına girmiştir. Dünya değişiyor, dengeler başka tarafa kayıyor. Herkes kendi rotasını çiziyor, gardını alıyor, yeniliklere yöneliyor.

Peki, Türkiye ne yapıyor?

Uyuyor!

Hiç yorum yok: