16 Ekim 2009 Cuma

TANZİMAT'I ANLAMAK

Kanımca, ülkesinin geri kalmışlığının nedenleri üstüne düşünen her Türk genci ve aydını Tanzimat dönemini doğru anlamak zorunda.
Tanzimat nedir?
Birçoğumuzun ders kitaplarından öğrendiğine göre Tanzimat, Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünü engellemek için Batı kurumları esas alınarak yapılan ‘batılılaşma’ hareketi.
Ne acıdır ki, ‘devrim’ diye yutturulmuş bir hareket!
Öyle bir devrim ki (!), sonunda koskoca bir imparatorluğun sömürgeleşmesine, gerilemesine ve en sonunda da dağılmasına yol açmış.
Ne düşünüyordu Tanzimatçılar? Ekonomiyi batı emperyalizminin yönetimine açmanın ve batılı kurum ve kuruluşları taklit etmenin, ‘gerileme’ için tek çözüm olduğunu.
Sonuç ortada: Mustafa Kemal ve imparatorluğun tasfiyesi.
Tanzimatçılarımız ekonomik reform(!) olarak ilkin, 1838’de İngilizlerle Ticaret antlaşması imzalar. Ekonomik olarak dışa açılmamızın, daha doğrusu kolonyalizme teslim olduğumuzun belgesidir bu antlaşma. Antlaşma, iki ülkenin aralarında eşit şartlarda uzlaşmaya vardığı bir sözleşmedir gerçi ama, durum Osmanlı açısından hiçte öyle değildir. Bu ticaret antlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu batı emperyalizminin açık pazarı haline gelecek, sonu Sevr’e gidecek bir döneme girecektir. Zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Palmertson antlaşmayı “Şaheser“ olarak niteler ve bunda pekte haksız sayılmaz. Çünkü, bu antlaşmanın bazı belli başlı maddelerine göre;
1)Kapitülasyonlar devam edecek, antlaşmayla tanınacak yeni imtiyazlar, eskilerine eklenecektir.
2)Gerek iç, gerek dış ticaret amacıyla İngiliz tüccarları, ortakları ve adamları, memleketin her tarafında her çeşit emtiayı (malı) “ bilaistisna “ (istisnasız) alıp satabilecektir.
3)Emtia alımı ve nakli için tezkere istenmeyecektir. Tezkere isteyen vezirler ve memurlar, devletçe “şiddetle tedip olunacak“lar ve İngiliz tüccarların bu yüzden uğrayacakları zararlar tazmin edilecektir.
4)İngiliz tüccarı, ortakları ve adamları, iç ticarette, en imtiyazlı yerli tüccardan daha fazla vergi ödemeyecektir.
5)İhraç mallarından, ihracatın yapılacağı iskeleye kadar hiçbir vergi alınmayacak, iskelede %9 vergi alınacaktır. İskeleden ihracında %3 gümrük resmi verilecektir.
6)İthalatta yalnız %3 vergi ödenecektir. Ayrıca %2 ek vergi alınacaktır. (İşe bak, Osmanlı tüccarı dışa mal satarken %12 vergi öderken, yabancı Osmanlıya mal satarken sadece %5 vergi verecek.) İthal malları memleketin her yerine vergisiz girecek, bir yerden diğerine götürülüp getirilse dahi, vergi ödenmeyecektir.
7)Bu antlaşmanın İngiliz mallarına ve tebaasına tanıdığı imtiyaz ihlal olunmadıkça, Osmanlı Devleti, iç işlerinin yürütülmesinde “ iz’aç “ edilmeyecektir. (iz’aç; bunaltma, tedirgin etme demek)
8)İngiliz tebaası ve adamları, yalnız İngiliz mallarını değil, dış ülkelerden gelmiş her türlü emtiayı ülkenin her tarafında alıp satabileceklerdir.
9)Yabancı emtia, Boğazlardan serbestçe geçecek, Osmanlı limanlarında bir gemiden ötekine aktarma yapılabilecek, transit serbest olacak, bu muamelelerden hiçbir vergi alınmayacaktır.
Tanzimat’la birlikte ta o zaman elimizi verip kolumuzu nasıl kaptırdığımız şimdi daha iyi anlaşılıyor.
1838 antlaşması Osmanlı Devletini sömürgeleştirmekten başka bir işe yaramamıştır. Prof. Ömer Celal Sarç, “Tanzimat ve Sanayimiz“ isimli kitabında, Tanzimat reformlarıyla(!) Osmanlı ekonomik hayatının nereye geldiğini çok güzel anlatmış: “ … Tanzimat ne imparatorluğun dağılmasını önleyebildi, ne de ekonomik bakımdan güçlenmesini sağlayabildi. Çünkü Tanzimatçılar batı sanayisinin hangi ekonomik ve toplumsal koşullar sonucu doğduğunu bilmiyorlardı. Öngörülen girişimlerin başarıya ulaşması için alınması gereken önlemleri de. Sanayileşmenin ya da dolayısıyla kalkınmanın şartı olduğuna inandıkları veya inandırıldıkları ekonomik liberalizmin uygulanmaya konması Türk esnafının ticarette gerilemesine, 18.yüzyılın sonlarında zaten gerilemiş olan mevcut küçük sanayinin hemen hemen çökmesine, yeni güvenceler ve haklar kazanan Hıristiyan uyrukluların Avrupa ticaret olanağından yararlanarak ticari etkinliği ellerine geçirmelerine yol açtı. Ülke yarı yarıya sömürge (gene insaflı yazmış!) yolunu tutmuştu. Toplumsal bir tabana dayanmayan bu reform hareketinin, doğal olarak, halka dönük bir yönü yoktu. Batılılaşmadan yararlanan Batı devletleri oldu; bir de azınlıklar ve güçlenen yüksek bürokrasi."
Acı ama gerçek!
Tanzimat hareketiyle birlikte devletin tepesinde bulunan kaymak tabakanın yaşantısında da birtakım değişiklikler oluyor tabii. Halk sözde reform hareketleriyle fakirlikten kırılırken, bakın tepedeki azınlık nasıl yaşıyor. Onu da Berna Moran anlatsın bize: “ …. Batı kültürünü ve yaşam biçimini yüzeyden takip etmekti onların yaptıkları. Ali ve Fuat Paşa gibi devlet adamlarının konaklarındaki Avrupalılaşmış yaşam biçiminin öteki kesimlere de sıçramasıyla Batı taklidi yeni bir yaşam tarzı toplumun üst tabakalarında gittikçe yaygınlaştı. Kadınlı erkekli toplantılar, balolar, Boğazda mehtap sefaları Tanzimatçıların Batılılaşma anlayışlarının bir parçasıydı.“
Batılılaşmayı ‘muasır medeniyet seviyesi’ olarak değil de bu şekilde almak, son yıllarda ortaya çıkmış olan ‘yerli,’ Anadolu burjuvazisinin bir bölümünde de görülen bir eğilim maalesef.
Tanzimatçıların ilericilik ve çağdaşlaşma anlayışları şuydu: Batı kurumlarını ülkenin sosyolojik ve ekonomik şartlarını dikkate almaksızın aynen kopyalamak ve sadece yüzeyde, yani şekilde kalan bir batıcılık. Bu düşüncenin imparatorluğu kurtarmak bir tarafa, onu büsbütün yok ettiğini reddedecek bir kimse yoktur sanırım. Bazıları diyor ki: tarihsel şartlar onu gerektiriyordu, o zaman öyle yapılması icap ediyordu demek ki. Temelsiz, kolaya kaçan, gerçekleri kabul etmek istemeyen bir yaklaşım bu. Dünya üzerinde bu tipte bir batılılaşmaya kalkışmış hiçbir ülke yoktur ki, ileri gitmiş. Hatta Osmanlı gibi tepetaklak olmuşlar; tarih bunu çok net bir şekilde göstermekte bize.
Tanzimat’la birlikte yeni bir tip devlet adamı da türüyor. Nasıl bir şey bu yeni devlet adamı? Kendi refah ve çıkarı için bağlı olduğu yerlere (siz ona Batı kolonyalizmi diyebilirsiniz) karşı köle konumuna düşmeyi kabullenmiş, arkada koskoca halkını gözünü kırpmadan aç bırakan, ‘tipik’ sömürge devlet adamı.
‘Büyük’ sıfatıyla anılan Tanzimat hareketinin mimarlarından Mustafa Reşit Paşa bu yeni tip devlet adamının ilk önemli örneği sayılabilir. Söz Doğan Avcıoğlu’nda:
“Eskiden nüfuzlu paşaların himayesine girerek idarede kariyer yapılırken, Reşit Paşa, yabancı bir devlete dayanarak kariyer yapma çığırını açmıştır. Reşit Paşa’nın koruyucusu, Türkiye’de uzun yıllar kalan ve kendisine “Sultanların Sultanı“ denilen Lord Stratford Canning’dir. Tanzimat reformlarının gerçek mimarı, Lord Stratford’dur. Lord Stratford’un Türkiye Hatıraları adlı kitapta, “Canning’in yardımıyla kabul edilmiş yasaları uygulamayan paşalar, tepetaklak olurlardı” denilmektedir. Yine aynı kitapta, Canning’in Babıali’deki nüfuzu şöyle anlatılmaktadır: ”Büyükelçinin kendilerini ziyaret edeceğini öğrenen nazırlar, girecek delik arıyorlardı. Reşit Paşa hariç, Büyükelçinin karşısında yılgınlığa kapılmayan kimse yoktu. Öbür devlet elçileriyle görüşme yapıldığı zaman, kaytarma çareleri pekala yürüyordu, ama Canning Babıali’de boy gösterdiği zaman, memurları bir korkudur alıyordu. Veziriazam bile acele toparlanıp, arzularını öğrenmek üzere telaş ve tereddütle bu azılı İngiliz’in yanına koşuyordu.“
İşte Tanzimat’ın yarattığı devlet adamı! Öyle ki, büyükelçi Canning “Türkiye’de devlet ricalinin kariyerini elinde tutmuştur…. Canning 1853’te karısına yazdığı bir mektupta, “Osmanlı Hükümeti apansız değişiverdi. Reşit’le Sadrazam azledildi. O saat Padişaha çıktım, yeniden vazifeleri başına getirildiler. “buyurmaktadır.”
Tanzimat, bu denli kişiliksizleştirmiştir idareyi.
Tanzimat reformlarının(!) Osmanlının gardını iyice düşürmesini fırsat bilen Batılılar, yeni bir hamle yaparak, bir takım ekonomik ve askeri baskılarla, yönetimin kendilerine borçlanmasını da sağlarlar. 1850’li yıllara kadar direnir Osmanlı. Çünkü parasal konularda yabancılara el açmak, Mehmet Zeki Pakalın’ın “Tanzimat’ın Maliye Nazırları” kitabında belirttiğine göre, devletin “tarihi an’anelerle sabit olan vekar ve haysiyetine” aykırı sayılıyordu.
Ancak direnme çabuk kırılır. İlk borçlanma 1854 yılında, Dent Palmer and Company aracılığıyla düzenlenir ve bunun peşi sıra borçlanma üstüne borçlanma yapılır. İşin tuhaf tarafı, borçlanmayı hükümete kabul ettiren Osmanlı devlet adamlarının, her yapılan borçlanmanın karşılığında komisyon almaları. Yani bundan şu anlam çıkmıyor mu? Yabancılar, ülkeyi borçlandırarak kendilerine bağlarken, bunu fırsat bilen bazı Tanzimat devlet adamları, bu borçlanmalardan, kendi ceplerini doldurmak suretiyle nemalanmışlar.
Komisyonlarla birlikte diğer dayatılan giderlerde düşüldüğünde, Osmanlı devletinin kasasında, borç alınan paranın ancak yarısı kalmakta.
Tanzimat aklı özetle budur.
Uzun lafın kısası…
Tanzimat’ı iyi kavramakla, 600 yıllık koca bir devletin çökmesine neden olan bir hareketin, Mustafa Kemal ve onun düşüncelerine nasıl zemin hazırladığını daha iyi anlıyoruz.
21.03.2008

Hiç yorum yok: