3 Ekim 2009 Cumartesi

ÇAĞIMIZDA EĞİTİM VE KÜLTÜR

Çetrefilli bir konu bu gerçekten. Bir insanın en iyi eğitimi okulda alıp almadığı konusunda değişik fikirler olabilir hiç şüphesiz. Bu konuda kesin bir yargıya varmak ise çok ta mümkün değil; yani hem 'öyle' hem de 'böyle' diyebiliriz. Birisi sahip olduğu kültürü okuduğu okullarda da almış olabilir, başka bir yerde de. Okul, eğitimimizi ilerletmede bir yere kadar temel bir işlev görse de, bir yerden sonra yardımcı rolüne düşüyor. Bir çocuk okuma ve yazmayı ilkokulda alıyor elbet; bu temele ait olan şey, yani eğitimin arkaiki. Sonrası orta öğretim, lise ve üniversite derken, eğer akademik kariyer yapılmadıysa insanın kendisinde bitiyor.


Akademik anlamda bir eğitime sahip olmayıp ta belli bir alanda kendi çabasıyla kendisini geliştirmiş kimseye otodidakt diyoruz. Halk arasında 'alaylı' diye de hitap edilir bu kişilere, hatta aynı alanda eğitim almış bir kişiye göre daha çok sempati beslendiği görülür çoğunlukla. Otodidaktların daha çok saygı uyandırması ise, onların hırslı bir kişiliğe sahip olduklarına dair bir ipucu vermesinden kaynaklanıyor. Öyle ki, bir otodidakt'ın eğitimli bir kişiye göre daha bilgili olduğu bile görülebiliyor. Bu bize olsa olsa birşeyi gösterir kuşkusuz: zorla eğitimin sıkıcılığını.
Zorla (ya da zorunlu) eğitim dünyadaki bütün ülkelerde mevcut. Ve ne acı ki, bu zorunlu eğitimden geçen insanların pek azı aydın bir kimse olarak toplumsal yaşantıya atılıyor.
Bizde şöyle bir sözün olması tesadüf değil herhalde: "Okumuş, ama adam olamamış."
Okumuş ama adam olamamışlar dünyada her yerde mevcut maalesef. Bir ülkede ne kadar çok 'okumuş ama adam olamamış' varsa, emin olun o ülke o kadar az gelişmiştir. Yani bir ülkenin gelişmişlik düzeyine bakarken o ülkede okumuş insan sayısına değil de, okumuş ama adam olamamışların oranına bakarsak, bu bizi daha çok aydınlatır. Buna göre, hem okumuş hem de adam olmuş insan sayınız, okumuş ama adam olamamış insan sayınızı ne kadar geçiyorsa, bu söz konusu ülke için o kadar iyi.
Eğitim ve kültür okuldan geldiği kadar, sosyal ortamlardan da geliyor kuşkusuz. Okulda temeli sağlam alan bir öğrenci, toplumun içine düştüğünde omuzlarındaki yükün ne kadar farkında olursa, topluma adapte olması da o derece kolaylaşır. Ama çok iyi üniversitelerde okuyup ta, iş hayatının acımaz dişlileri arasına düştüğünde son derece zorlanan bir dolu genç var. Çok ciddi bir soruna işaret bu kanımca: eğitim sistemimizle yaşamın gerçekleri arasındaki dehşet uçuruma. Eğitim belli bir donanım veriyor insana, ama söylendiği gibi yaşama hazırlamıyor. Eğitimi yaşam için bir amaç olarak göstermenin acı sonucu ise, hayata atılındığında karşılaşılan bocalama oluyor. Oysa doğrusu, eğitimin yaşam için bir araç olması. Yaşamımızın kalitesine katkıda bulunacak bir araç. Hayatın gerçekliği ile eğitimin faydası arasındaki uçurum ancak bu mantıkla kapatılır.

Eğitimin ve kültürün içine girmek, dışarıda kalmayı gerektirmiyor illa.

Geçenlerde TV'de bir ekonomi programı izledim. Konuklardan ekonomist Deniz Gökçe çok doğru birşeyin altını çizdi: Meslek yüksek okullarının değerinin bilinmediğini, iki yıllık üniversite mezunu erkeklere kısa dönem askerlik hakkı dahi tanınmadığından, çoğu erkek öğrencinin iki yıllık okulları tercih etmediğini belirtti. Bence çok yerinde bir düşünce. İki yıllık meslek yüksek okulları bir mesleği öğretiyor insana ve bazı bölümler (tıp, hukuk, mühendislik vb...) haricinde dört yıllık okulların çoğundan daha faydalı. Bir iktisat mezununu ele alalım: bu kişi eğer kendi alanında akedemik bir kariyer yapmadıysa veya konusuyla alakalı bir işle meşgul değilse, hiç kimse bu insanı bir 'iktisatçı' olarak görmez. Oysa meslek yüksek okulunda misal X bir konuda ustalık öğrenen birisi o mesleğin sahibi olur.
Meslek yüksek okullarının görece dört yıllık üniversitelere göre avantajı, yukarıda bahsettiğim yaşam ile eğitim arasındaki farkın daha az olması. Ama bu eğitim metodu, toplumsal önyargılardan ötürü az değer görüyor ne yazık ki. Oysa işsizliğin diz boyu olduğu ülkemizde sadece bu soruna bile eğilmek bize çok yararlı olabilir. Diplomalı ama niteliksiz bir yığın genci olan bir ülkede işsizlik olması kadar doğal birşey olamaz. İşveren, neden bir genci sırf üniversite mezunu diye işe alsın ki? Kapital düşüncenin temel unsuru verimlilik olduğuna göre, işveren de kendisine en çok fayda sağlayacağına inandığı kişiyi işe alır.
Eğitim ve kültür meselesi gün geçtikçe karmaşık bir hale geliyor. Bilgi ve bilişim teknolojilerinin ilerlemesi ise, bu değerlere yeni biçimler vermeyi gerektiriyor. Bir kişinin kimliğine dair, o kişinin aldığı eğitime göre kararlar verdiğimiz bir devri geride bırakıyoruz. Eğitimin yanısıra görünür olmanın, bilgiye klasik okul yaşamı dışında ulaşılabilirliğin değer kazandığı bir çağın emekleme dönemini yaşadığımız yadsınamaz. Böylesi bir ortamda sorunlar ve aksaklıklar olması ise normal. Bakalım, hep birlikte yaşayarak göreceğiz insanlığımızın nereye yol aldığını.

Hiç yorum yok: