10 Ekim 2009 Cumartesi

AYDIN SORUMLULUĞUNUN KAPSAMI

‘Aydın’ sorumluluğunun kapsamı, yüzyıllardır tartışmalara neden olmuş, ilgi çekici bir konu.
‘Aydın’ kişi, yaşadığı ülkenin yurttaşları üzerinde bir sorumluluk taşır mı? Yoksa kendi gibi olanların oluşturduğu küçük bir azınlığın içindeki küçük bir dünyada mı yaşaması gereklidir?
Bu konuda karşımıza bağımsız ve kalkınmış ülkelerde tek, yarı-sömürge veya sömürgeleştirilmiş ülkelerde ise 2 ‘aydın’ tipi çıkıyor.
Önce, günümüzde uygarlık seviyesinde en önde olan ülkelerdeki, yani Batı Avrupa’daki ‘aydın’ tipine bir bakalım: Orada bir aydın’ın halkı üzerinde gerçekten bir etkisi olduğunu görürsünüz. Yani ‘aydın’ insan, düşünsel bazda diğer insanların hizmetindedir ve ‘aydınlığı’, ona halktan kişilerin doğruyu bulması misyonunda güçlü bir araçtır. Böylece şöyle bir sonuç ortaya çıkar ki; aydınlarla halk arasında bir derin uçurum, bir yabancılık kesinlikle görülmez. Kalkınmışlığın, uygarlaşmanın ve de en önemlisi bağımsızlıkçılığın, o ülkedeki aydın-halk ilişkisine kaçınılmaz bir etkisidir bu.
Bu argümanımı bir örnekle desteklersem sanırım daha inandırıcı olacağım. İkinci Dünya Savaşı başlamış, Paris Nazi işgali altındadır. Paris burjuvazisinin büyük bir bölümü çareyi Almanlara teslim olmakta bulurken (İlya Ehrenburg ‘Paris Düşerken’ romanında bunu çok güzel anlatır), Nazi işgaline karşı çıkıp, olayı bir yeraltı direniş örgütü kurmaya götüren adamların başında kimler gelir biliyor musunuz? Jean Paul Sartre ve Albert Camus. E, bunun nesi ilginç? diyeceksiniz. Dikkati çekmek istediğim şey şu: Bu adamlar, bilen bilir, komünistlerce bireyci bir felsefe olmakla ağır bir şekilde eleştirilen ‘Varoluşçuluğun’ babası sayılırlar! Sartre ve Camus’nün, bilhassa ilk dönem romanlarındaki çoğu kahraman, toplumsal olaylardan bihaber, yabancılaşmış, yalnız düşmüş kişilerdir. Oysa görüldüğü üzere, iş ülke çıkarlarına geldiğinde, Sartre ve Camus en kral toplumcu kesilmiş, ‘aydın sorumluluğu’ denilen olguyu iliklerine kadar yaşamışlardır.
Şimdi bundan hangi sonucu çıkarabiliriz? Bence: ‘Aydın’, hangi düşünce akımına bağlı olursa olsun, ülkesinin ve halkının çıkarlarını savunacak, ona yol gösterecek kişi olmalıdır. Bu, onun ‘aydın’ olmasının getirdiği en büyük sorumluluktur.
Yani kısacası…
'Aydın’ sorumludur...
Yarı sömürge veya resmen sömürge olmuş ülkelerde ise 2 ‘aydın’ tipi olduğundan yukarıda bahsetmiştim. Ülkemizde de durum böyle değil mi? İşte bizdeki ve bizim gibi ülkelerdeki 2 ‘aydın’ tipi.
‘Aydın’ tipi 1: Bu ‘aydınlar’, genellikle aldığı eğitimin de etkisiyle, ‘Batı’ kültürünü benimsemiş, benimsemekle kalmamış, ona yaslanmak, kendini ona teslim etmek gerektiğini öne sürerler. Böylece, bu tipte bir ‘aydın’ kendi kültüründen gelen insanları hor görmeye başlar. Çünkü kendisini başka yerlere, oraların kültürüne ait gördüğünden, kendi halkından daha üstün olduğu düşüncesine kapılır. Mesela bizimle birlikte, bazı Kuzey Afrikalı, Hindistanlı, İranlı vb… sanatçılarda da bu eğilimi görebilirsiniz. Onlar kendi kültürlerini, tarihsel ve toplumsal gerçeklerini tam olarak anlayamadan, çözümü ısrarla başka yerleri taklit etmekte, yani iğrenç bir yanılgılar batağında ararlar. Sonuç: aydınlarla halk arasında koskoca bir set ve o ülkenin aleyhine sonuçlar doğuracak onarılması zor bir yabancılaşmadır.

Gölge aydını ya da sömürge aydını, azgelişmiş ülkesindeki halka tepeden bakan biridir.

‘Aydın’ tipi 2: Bunlar ise ‘uygar’ ülkelerdeki aydınlara benzerler. Yani her türlü bağımlılığa karşı (‘aydın’ olmanın getirdiği önemli bir duruş değil midir bu?), ‘aydınlığını’ ülkesinin çıkarları için kullanan, halkını anlayan, ona doğruyu gösteren kişidir. Bu tip aydınlar, birincilerde olduğu gibi kendi halkını adam edilmesi gereken sıpa olarak görmezler. Böylece, bu tip aydınları halkın büyük bir bölümü, ‘gerçek bir aydın’ olarak adlandırır. Demek ki, diğerlerine pekte itibar etmezler.
Sizce, bizdeki aydınlardan birçoğu hangi kategoriye giriyor? Bunun cevabı, Türkiye’nin dünyadaki sosyo-ekonomik yerinin neresi olduğu ile alakalı.

Hiç yorum yok: