1 Şubat 2010 Pazartesi

NEYİN TARTIŞMASI?

Son yıllarda politik tartışmalar dinin siyasal manasıyla yükselişi ve askeri darbe arasında gidip gelirken, ülkeye ne şeriat geleceğine, ne de askerin darbe yapacağına inandım.
Çünkü yalnızca kavga etmen için ve senin düşüncelerinin bir önemi olmadan ortaya atılan iki görüşten birine kendini kaptırmak, açık söyleyeyim, ahmaklıktan başka bir şey değildir. Yalnızca önüne konandan birini seçmek, insanı köreltir. Oysa, özgür insan kamuoyunca fişeklenen kutuplardan birine kayıp gitme tuzağına düşmeyen kişidir.
Çağımız, Baudrillard'cı manasıyla bir 'simülasyon' çağı. Yani, gerçekle gerçek olmayanın birbirine karıştığı, klasik manasıyla 'gerçek' in derin bir bilinmezliğe yol alıp ortadan kaybolduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Böyle bir dünyada tüm bireysel ve toplumsal kavramların yeniden tanımlanması ve biçimlenmesi ihtiyacı öne çıkıyor kuşkusuz. Bu, kendini 'simülasyon'un içinden yaratır mı, şu an cevap vermek güç.
'Simülasyon' çağının en belirgin özelliği, eylemin yerini söylemin (tıpkı post-modernizmde olduğu gibi) alması hiç şüphesiz. Bir zamanın söylemi,  'manifesto' niteliği ile öne çıkıp eyleme yol açarken, çağımız post-modern söylemi entelektüel bir alana sıkışmış durumda.
Bu aşılabilir mi? Ya da aşılması gereken bir şey mi?
Amin Maalouf uygarlığın 'kültür' yoluyla kurtulacağını düşünüyor, 'Çivisi Çıkmış Dünya' kitabında belirttiğine göre. Geçen yüzyılın son yarısında büyük bir hız kazanan teknoloji çılgınlığının 'kültürlerin yayılması ve kaynaşması' na katkı yaptığı muhakkak. Ancak ortada hala bir belirsizlik var ve o da, tarihin akışında en büyük dinamik olan ekonomi-politiğin çağımızda ve gelecekte yer alacağı biçim. Dünya, Maalouf'un bahsettiği 'kültür' yoluyla kurtulmayı 68'de denedi aslına bakılırsa. Dikkat edilirse, bu simgesel tarihin bir çok getirisi olduğu gibi, sonradan daha net ortaya çıkacağı üzere, sınıf mücadelelerini akademinin duvarları ardına hapsetmesi gibi bir sonucu da oldu. 68'den sonra Marksizm işçi sınıfının değil, üniversite hocalarının, sol görüşlü öğrencilerin ve hatta her ülkeden küçük burjuva aydınların ilgi alanıdır artık. 
Bunun nelere yol açtığını ise hep beraber gördük ve görmeye devam ediyoruz: 1989 ve sonrasında 'adalet, eşitlik' gibi kavramların artık her ülkede dini nitelikleriyle ön plana çıkan siyasal partilerle özdeşleşmesi. (Avrupa ülkelerinin bir çoğunda isminde 'Hıristiyan' kelimesi bulunan partilerin büyük oylar kazanmasını da buna örnek verebiliriz.)
'Simülasyon' çağında bile olsak, insanın yaşaması için gerekli olan temel ihtiyaçları dünyanın yarısının elde edemiyor oluşu gibi bir sorun hala ortada.
İnsanoğlu hala kendi türünün yarısının aç oluşuna göz yumabiliyor ve yeryüzünde inanılmaz bir üretim fazlası varken bunun nasıl böyle olduğunu sorgulama zahmetine girmiyor. 
İş böyleyken, ülkemizde son yıllarda bolca yaşanan yapay tartışmalara girmek o kadar saçma ki...

Hiç yorum yok: