31 Ocak 2010 Pazar

PAZAR NOTLARI

Aşırı soğukların ve karın ardından dün havanın bahar gibi olması iklim değişikliklerini akla getiriyor ister istemez. Yerküremize baktıkça üzülmemek elde değil. Açgözlülüğün mahvettiği dünyadaki yok oluştan herkes etkilenecek; ama maalesef alınan önlemler yeterince cılız ve devede kulak kalıyor. 

Hani yılllardır bir 'demokrasi' sözüdür dilimizden düşmüyor ya, ama düşünüyormuyuz ki, kapitalizm ile yönetilen hiçbir ülkede sağlıklı bir demokrasi asla olamaz. Çünkü kapitalizmde herkesin değil, güçlü olanın, gücünü başkalarını sömürerek elde edenlerin söz hakkı vardır. Seni kimin sömüreceğini seçmek ise, demokrasi ile bağdaşmaz. Demokrasi eşitler arasında eşit söz hakkı üzerine kurulabilir ancak. O yüzden, demokrasi kapitalizmin yönetim biçimi sanılsa da, o (demokrasi) aslında sosyalist bir toplumda var olabilir.

Darbeye pek bir karşı görünen AKP'nin bir darbenin (12 Eylül) ürünü olduğunu bir yazımda yazmıştım. Öyle olduğunu 80 öncesi ve sonrası toplumsal yaşantıya yakından bakarak anlayabiliriz. 80'den önce solcu ve sağcı öğrenciler birbiriyle uğraşırken İslamcılar arka plandaydı ve etkili değildiler. 12 Eylül sabahı siyasal kutuplar bir anda bıçak gibi kesildi. Askerin yaptığı anayasa iki şeyin önünü açtı: serbest piyasa ekonomisinin ve tarikatların yükselmesinin. Böylece kapitalistleşen ülkede zenginleşen yeni sınıflar islama yönelerek kendilerine 80 sonrasının kimliksizleşen toplumunda bir kimlik yarattı. 80'den önce solda olan halkın büyük bölümü ise, solun darbeden sonra zayıflamasıyla adaleti dinde aramaya başladı ve böylece siyasal islamın çıkışı başladı. Eskiden gecekondular ve kırsal sol partilere oy verirken adalet anlayışının modeli dine oturtuldu, bunun sonucunda sendikaya giden proleter artık zenginleşen tarikatlardan medet umar oldu. Alın size siyasal islamın yükselişi, alın size AKP iktidarı... Bakmayın darbeye karşı olduklarına; Kenan Evren'e plaket vermeleri gerek.

Kemalizmi eleştiren insanların anlamadığı birşey var: bu ülke zaten 1938'den sonra Kemalizm'den sapmıştır. 38'e kadar anti-emperyalist bir duruşla, muasır medeniyet seviyesine ulaşıp batıyı yakalamayı hedefleyen rejim, daha sonra keskin bir 'U' dönüşüyle çağdaşlaşmayı batılılaşma olarak ele alıp tanzimata dönüş yapmıştır.

Mustafa Kemal'in şöyle acı bir gerçeği vardır: sağcılar onu solcu, solcular da sağcı olduğunu sanarak vurmuşlardır abayı. Evet, o, bolşeviklere ilgi duysa da, bunun ülkemiz şartlarında uygulanamayacağını, çünkü bizde sanayi olmadığından işçi sınıfı olmadığını belirtir. Aşağıdaki sözlerini ise, onu burjuva devrimcisi olmakla suçlayan bizdeki sosyalistlere ithaf ediyorum. 
"Sağa mı sola mı nereye gideceğiz? Herhalde sağa değil. Çünkü insanlar, fikirleriyle, siyasetleriyle, ilimleriyle sürekli aksi istikameti takip ediyorlar. Eski tarihin, insanlığı kendi kendine bağlayan bağları, bilhassa Umumi Harb'in yarattığı büyük sarsıntısan sonra, büsbütün gevşedi. Ve sola doğru, bazı devletler seri ve hamleli, bazı devletler ise yavaş ve temkinli bir yürüyüşe başladı. Şüphe yok, insanlığın düşünüş tarzı, çok derin ve esaslı inkılap devresindedir. Bir taraftan krallar, imparatorlar, sağ kanatta merkez partileri ve mutlakiyet parlamentoları zayıflıyor, diğer taraftan Sosyalistler hak taraftarları, halkçılar kuvvet kazanıyor. Bu değişim karşısında Türkiye ne tarafa dönecek?" 9 Mart 1921 (Hakimiyet-i Milliye gazetesi).
   

Hiç yorum yok: