4 Ocak 2010 Pazartesi

EDEBİYATIN HAZ DURAKLARI-7 (ALBERT CAMUS-YABANCI)

"Anam ölmüş bugün, belki de dün, bilmiyorum..."
Bu cümleyle başlar, yabancılaşmanın zaten 'Yabancı' ismini taşıyan başucu romanı...
20.yüzyılın büyük Fransız (Cezayir asıllı) yazarlarından Camus, çağının insanının bilincini yansıtan eserlerinin zirvesi olan Yabancı'da kendisine ve topluma yabancı düşmüş Meursault'un dramını ele alır. Bu yabancılık olgusuna yapılan vurgu romanın daha ilk cümlesinde ortaya çıkıyor. Meursault'un ölüme gereğinden fazla anlam yüklemediğini sezinlediğimiz daha ilk cümlede görülüyor ki, aslında insan varlığının gerçekliği ile algıladığımız/yaşamakta olduğumuz dünya arasında bir bağlantısızlık var. Bu, 'Yabancı'da yaşanan absürdlükler ile ortaya çıkıyor. Tatil için arkadaşlarıyla bir sahil kentine giden Meursault, orada nedensiz yere bir Arabı öldürür. Evet, bir nedeni yoktur, öyle ki mahkemede işlediği cinayetin nedeni sorulduğunda "Sıcak bunalttı..." der.
Saçmanın ve absürdizmin başlı başına edebiyatın bir kolu haline gelmesi o dönemin dünyasında yaşananlarla yakından alakalı: 20.yüzyılı güç savaşları, katliamlar, şiddet, kan ve ezilenlerin başkaldırısı ile hatırlıyoruz. Bu da beraberinde acı ve gözyaşını getirmişti doğal olarak. O dönemin (kentli) insanı, evet bir yabancıydı ve bunalıyordu. Meursault çağının insanını metafizik bir mertebeye yükseltiyordu belki de, saçmalığa yaptığı vurguyu abartarak. Mesaj açıktı: yaşam anlamsızdır. Ancak her ne kadar 'Yabancı' romanında izlerini bulabileceğimiz Varoluşçuluk felsefesi yaşamın anlamsızlığını vurgulasa da, onu (yaşamı) hiçbir zaman nihilistlerin bakışıyla ele almaz. Meursault'ta nihilist değildir doğal olarak. Çünkü nihilizm bir tercihtir; yani bir insan herşeyin aslında 'hiç' olduğuna inanabilir. Oysa Meursault bir tercihin değil, basbayağı bir gerçeğin, insanın içinde yaşadığı dünyadaki yabancılığının simgesidir. Ve onun durumu, kendi tercih ettiği birşey değil, felsefi anlamda "a priori" bir durumdur. Yani, insan dünyaya düştüğü anda bir yabancıdır gerçekte; bunun farkında olsun ya da olmasın.
Romanda, Meursault'un cinayetten yargılanmaya başlamasıyla, toplumsal değerlerle 'yabancılaşma' halinin getirdiği bunalım en üst düzeye çıkar. Gerçekte mahkemede cinayetten bulunan Meursault, daha çok annesinin cenazesindeki umursamaz tavırlarıyla, annesinin ölümünden sonraki günlerde sevgilisiyle (nasıl olur da?) hoşça vakit geçirebilmesiyle yargılanır. İşte sonunda da, suçundan dolayı değil de, topluma yabancılaşmasıyla, bu yabancılaşmayı (çoğumuzun ört bas etmeye çalıştığı) açıkça yaşamış olmasıyla mahkum edilir.
Amerika'nın Irak'ı işgalinin en hareketli günlerinde bir sabah, Başkan Bush'un o sıralar Camus'nün 'Yabancı' romanını okuduğu hakkında çıkan bir haberi nasıl da şaşkınlıkla karşıladığımı hatırlıyorum: Meursault'un cinayetiyle Amerika'nın kendi çıkarları için işlediği cinayetler arasında ironik bağ, dönüp dolanıp Camus'nün vurguladığı (dünyanın) absürdlük durumuna dayanıyordu çünkü. Absürdlük, insan aklı ile eylemleri arasındaki tezattan ortaya çıkıyordu çoğu kez. İnsan aklı barışı ve iyiliği isterken, eylemler savaşa, ölüme ve cinayete varıyordu son kertede. Bush'un 'Yabancı'yı okuması eylemlerinin anlamsızlığını, onu vurgulayan birşeye baş vurarak içselleştirmesi olarak açıklanabilir.
'Yabancı,' 20.yüzyılın ve çağımızın insanını anlamak için Amerikan başkanından sıradan insana kadar çoğu kişiye büyük katkıda bulunmuş muhteşem bir eser.


Hiç yorum yok: