10 Mayıs 2010 Pazartesi

AVRUPA'DA İSYAN:YUNANİSTAN VE TARİHİN ÖLMEYEN DİYALEKTİĞİ

Yunanistan'da ne zaman bir ayaklanma olsa (ki, son yıllarda sıkça oluyor), bu küçük Avrupa ülkesini büyük bir heyecanla takip ediyorum.
Nasıl etmeyeyim?
Avrupa'nın yakın tarihine baktığımızda, 68 gençlik hareketleri sonrasında dinginleşmiş, rahata ve refaha alışmış, hatta bundan ötürü de büyük ölçüde miskinliğe sürüklenmiş bir toplum ortaya çıkar. Son üç yüz yıldır tarihsel olaylarda (savaş ve devrimlerde) baş aktör olan "Avrupa", son otuz-kırk yıldır büyük bir durağanlığın, pasif bir varoluşun içine düşmüş durumda.
Böylesi bir durumda yaşlı kıtada meydana gelen bir "hareket", bir "isyan" ve yeni bir "uyanış" nasıl olur da ilgi çekici olmaz?
2008'de patlak veren küresel ekonomik kriz, zaman geçtikçe etkisini dünyanın çeşitli yerlerinde arttırmasıyla birkaç sene önce düşünülen birçok şeyi ters yüz etmeye başladı.
90'lı yılların başlarında hiç kimse olacakları tahmin edemezdi. O yıllardaki egemen görüş, dünyada neo-liberalizmin tartışmasız bir şekilde kendini kabul ettirdiği ve tarihin sonunun geldiğiydi.
Yunanistan'daki insanların isyanı parlak günlerin gerilerde kaldığını gösteriyor.
Olayların diğer ülkelere yayılması, kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıkacak olan "yeni sol" hareketlerin çizgilerinin çizilmesine katkıda bulunabilir ve bu bağlamda, Yunanistan'da ayaklanan halkın "krizin bedelinin kendilerine ödetilmesine" karşın isyanının yanında durmak, dünyanın her tarafından kendini 'solda' gören insanların doğal tavrı olmalıdır.
'Sol,' yaşadığımız büyük ekonomik ve sosyal kriz ortamında küllerinden 'yeniden' doğacaksa, bu ancak 'küresel' bazda olabilir. Bu perspektiften bakınca, hem Yunanistan'daki olayların önemi ortaya çıkıyor, hem de "küreselleşme" hegemonik etkisiyle bunu zorunlu kılıyor. Günümüzde ulusal sınırları içine kapanmış bir solun başarısızlığa mahkum olması kaçınılmaz bir gerçek. Küreselleşmeden sadece uluslararası sermaye nemalanırken, her türlü emek hareketlerinin belli sınırlar içine hapsolması, sömürülenler (dünyanın büyük çoğunluğu) için yenilgiyi hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz.
İşte bu sebepten, dünyadaki bütün sol hareketler, yerkürenin her hangi bir köşesinde meydana gelen bir 'başkaldırıyı' kendi davalarıymışçasına savunmak zorunda.
Çünkü 'Marksist tarihsel diyalektiğin' yeniden doğması bu sayede olabilir.
Bir de şu yanılgıyı düzeltmeli: Tarihte küresel bazda ortaya çıkan ilk politik görüş, günümüzde sanıldığı gibi 'kapitalizm' değil. Kapitalizmin 'ulus devlet' anlayışına dayandığı dönemlerde sol, "enternasyonalizm" demiyor muydu?
Unutulan bir gerçek bu...
Yunanistan olayları gözden kaçan bu ince nüansı ortaya çıkartıyor.
Ama dünyadaki bütün "sol" birlik olabildiği müddetçe elbet...

Hiç yorum yok: