27 Ekim 2010 Çarşamba

YENİ BASKIN SİYASET MODELİ: MERKEZE YAKINLIK, AMA MERKEZ DEĞİL...BİR BAŞLANGIÇ OLABİLİR Mİ?

Bilindiği gibi, Doğu Blokunun yıkılışından sonra Dünya siyasetinde ortaya çıkan en önemli reel gerçekliklerden birisi de, sistemlerin "ideoloji,""sağ" ve ya "sol" gibi kavramların üstünden tartışılmasının önemini yitirmesi oldu.
Tarihin o noktasından itibaren her ne kadar kabul edilemez olsa da, yeni siyaset, bütün siyasal öznelerin tek bir merkezde toplanmasını şart koşuyordu.
Ancak 2000'lerle birlikte bu durum biraz değişir gibi oldu: 11 Eylül olayları, terör meselesi, medeniyetler arası savaş tartışmaları, son ekonomik kriz vs... tüm bunlar hegemonik merkez siyasetini, (burası önemli) merkez kimliğinden tümüyle kopmamak kaydıyla"biraz sağa" ve"biraz sola" yatırdı.
Şöyle ki...
İki kırılma noktası, 11 Eylül olayı ve 2008 krizi neo-liberalizme dayanan merkez siyasetinin yerini biraz olsun salladı, ama hiç kuşkusuz bu, o merkezden kopuş olmamakla birlikte, kendini dönüştürme (ki kapitalizmin tarihteki en büyük başarısı budur) ve duruma ayak uydurma biçiminde algılanmalı.
Hemen bütün ülkelerdeki iktidar yapılarına baktığımızda bunun böyle olduğu net bir biçimde görülebilir. Fransa'da Sarkozy, Almanya'da Merkel, Rusya'da Putin ve Türkiye'de Erdoğan merkezin (çoğunlukçu demokrasi, serbest piyasa ve küreselleşmeci neo-liberal değerler yani) sağında yer alırken; Brezilya'da Lula, İspanya'da Zapatero ve hatta ABD'de Obama merkez değerlerden kopmamakla birlikte yeni merkez-sola örnek verilebilir.
Şu son yıllarda baskın siyaset öznesi merkez eksenli olmakla birlikte biraz sağda ya da solda algılanmaya başladı ki, ben bunu depolitik 90'lardan sonra önemli bir adım olarak görüyorum.
Bu, post-marksist terimlerle ifade edecek olursak "çokluk" ya da "hegemonik eklemlenmelere" dair yeni ve zinde bir bilincin uyanmasına, aynı zamanda yeni bir politik öznenin doğuşuna katkıda bulunabilir diye düşünüyorum.

Hiç yorum yok: