28 Eylül 2009 Pazartesi

KADINLAR NE İSTERMİŞ?

Modern zamanların ortaya çıkışıyla birlikte insan ilişkileri de devasa boyutlara ulaştı. İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde varlıklar arası enformasyon sanayi devrimi sonrası kadar büyük olmadı. Bunun sonucunda ise psikoloji ve psikanaliz bilimlerinin doğuşu kaçınılmaz bir hal aldı. Çünkü sanayi toplumu insanında bilinçaltı, devrimin getirdiği yeni bir tür ahlakın (küçük burjuva veya mülkiyet ahlakı diyebiliriz) karanlığına doğru ötelendi. Bu karanlığa gömülen bilinçaltının ortaya çıkartılması ise zorunluydu, aksi takdirde yeni kurulan ahlakı yıkmaya dönük doğal eğilimlerin önüne geçilemezdi. Sistem kendini korumaya yönelik bir eğilim gösterince insanı anlama isteği arttı doğal olarak. İnsan doğasına dair sorular gırla gitti 20.yüzyılda. Freud’lar, Jung’lar, Reich’ler, Adorno’lar bu dönemde doğdu.
Endüstriyel modernizm kadının da öz-biçimini değiştirince, bu bilimler ister istemez kadın, onun doğası ve karşı cinsle ilişkileri mevzularına da el attı. Büyük bir dönüşümün eşiğinde olan insanlığın ruhunun tatmin edilmesi gerekliydi. Kadınlar bu süreçte erkeklere göre daha büyük bir boşluğa düştü. Tarihe yön vermede hiçbir zaman itici bir rol oynamamış olan kadınlar, sanayi devrimi sonrasında değişen yaşam koşullarıyla kimliklerini yeniden tanımlama (feminist akımların 20.yüzyılda batı toplumlarında ortaya çıkması bir tesadüf değildi elbet) şansına sahip oldular. Ve zamanla, dönüşümün ilk yıllarında bile ancak hemşirelik, ebelik, sekreterlik gibi sınırlı sayıda işlerle ekonomik hayata katılan kadınlar, günümüzde, şirketlerde üst düzey yöneticiler olmaya, kimi ülkelerde en tepede politika yapmaya başladılar.
Bu gelişmeler sonunda, insanın doğasını anlamaya yönelik bilimler kadını da anlamak istedi. Artık çalkantılı bir hale gelen ve eskiye göre daha eşit şartlarda oynanan kadın-erkek ilişkileri eril psikanaliz dünyasında o meşhur, popüler soruyu ortaya attı: Kadınlar ne ister?
Evet, bu kesinlikle popüler bir soruydu ve kapitalizmin tüketim ruhuna hitap ediyordu. Kapitalist toplum erkeğin tüketmesini tüketmeye başlayınca kadının tüketmesini arzuladı: moda, lüks, ilişkilere rasyonel (eskiden kadınların kendisini koruyup kollayacak ve üreme içgüdüsü gelişkin bir erkek ararken, şimdi cüzdanının şişkinliğini önemsemesi vb…) yaklaşım, cinsiyetlerin metalaşması ve sanki bir alıcı-satıcıların bulunduğu pazarda ortaya konması böyle belirginleşti.
Freud yaşamı boyunca kadınların ne istediğini anlamaya çalıştı, ama hiçbir zaman aradığı cevapları bulamadı. Bulamaması ise çok normaldi. Çünkü büyük psikanalist çağının adamıydı ve belli şablon soruları, belli dayatma kalıplar içerisinde çözümlemeye çabalıyordu. Öncellerini reddeden bir buluş ileriye gidememeye ve olduğu yerde donup kalmaya mahkumdur. Acaba Freud, Schoupenhauer’i okumuş muydu? Veya okuduysa onu ciddiye almış mıydı? Bunun cevabının ‘evet’ olması çok cılız bir ihtimal. Schoupenhauer bir filozof olarak kadının ne istediğini “Aşkın Diyalektiği” kitabında yanıtlıyor aslında. Üstelik ünlü aşk filozofunun böyle bir konunun üstüne Freud kadar düştüğünü dahi söyleyemeyiz. İşte felsefe ile psikanaliz bir kez daha karşı karşıya. Ve felsefeden yana değil de, arkaik temeli çok bulanık olan psikanalizden yana olmak, insana ve ilişkilere dair soruları yanıtlamamızı her zaman zorlaştıracaktır.

picasso-avignon'lu kadınlar

İddiam: Freud ve ardılları gibi düşünerek, diğer yandan çağınızın felsefi dinamiğini anlamadıkça kadınların ne istediği sorusunu ömrü billah yanıtlayamazsınız; hem de bu isteğinizi şarkı ya da film adlarına vermekten başka bir şey gelmez elinizden. Bu (Kadınlar ne ister?) soruya anlam addeden, zaten endüstriyel toplumun yerli yersiz anlam arama ve bu anlamları doğalarına koşut olarak tüketme arzusundan başka bir şey değil.
Kadının ne istediğinin anlaşılması arzusunun bazen tutku haline dönüşmesine yol açan nedenlerden birisi de erkeklerin naifliği maalesef. Böyle bir erkekse muhtemelen sanayi toplumunun prototip erkeğinden başka birisi değil. Kravatlı ve para peşinde koşan adam kadının ne istediğini keşfetme arzusu duyuyor; oysa eski çağlarda ekmeğini topraktan çıkartan adam, kadına doğanın içinden, onun yasalarını yadsımadan bakıyordu. O yüzden de kadının ne istediği gibi saçma sapan konularla uğraşmıyordu. Çünkü onun doğasında kadın kadındı ve erkekte erkek. O zamanlar kadın, hayatının erkeğinin peşinde koşan bir dişiyken, şimdi erkek hayatının kadınının peşinden koşan bir eril. Bu tavır, erkeği erilleştiren, yani erkeksileştiren bir duruma işaret ediyor ve erkeğin erkek olarak varlığını kabul etmiyor. Ve işte böylece, modern zamanların erkeği, kadınlar ne ister diye keşfe çıkarken zavallı ruhunu böylesi gereksiz işlerle yıpratıyor.

Hiç yorum yok: