8 Haziran 2009 Pazartesi

SINIF MI KİMLİK Mİ?

Günümüzde insanların sınıfsal nitelikleriyle değil de kimlikleriyle ön plana çıktığı düşüncesi son zamanlarda iddialı bir şekilde fikir dünyasındaki yerini almakta. Bu fikri ortaya atan insanların görüşüne göre, bir kimse çağımızda “bir Marksist,” “bir faşist,” vs… ideolojik unsurlar ile değil de, “bir dindar,” bir tarikat üyesi,” “bir aktivist” vb… kimliksel nitelikleriyle toplum içindeki konumunu belirlemekte.

Haklılar mı? Buna ne bütünüyle “evet,” ne de bütünüyle “hayır,” denebilir. İnsanlık şu anda böyle bir dönemden geçiyor olabilir, evet; ama bu, bize ideolojilerin öldüğünden çok, belki de bir gerileme evresine girdiğini gösterebilir. Çünkü ideolojiler ancak insanlığın nihai gelişimi tamamlandığı zaman ölmeye mahkumdur ve bunun en mantıksal nedeni, hemen her ideolojik görüşün (bilhassa sol ideolojilerin) insanlığı en üst gelişmişlik düzeyine getirme iddiasıyla ortaya çıkmış olmalarıdır.

90 sonrası yoldan sapanların Fukuyama gibi adamları ilahlaştırmakta ne kadar aceleci davrandıkları, SSCB’nin dağılmasının üzerinden daha 20 yıl bile geçmeden net bir şekilde ortada. İnsanlığın tarihsel diyalektiğe bağlı olarak ilerlemesini kavramış olması varsayılan bu insanların düştüğü yanılgı kuşkusuz affedilir gibi değil. En azından saltık kabullenmenin bir aydının peşinen reddetmesi gereken bir tutum olması gerekmiyor muydu? Anlaşılan, teslim oluş, ezelden beri var olan sosyal Darwinizm ile ilintili bir doğayı algılama biçimiyle ortaya çıkmakta bu kişilerde. Ama bilincin rasyonel olması gerekliliğine uygun olarak, doğanın sert kanunlarını insan yaşamına uyarlamak zorunda kalmamız gerekmiyor. Bunun böyle olması gerektiğine inanan bir kimse, hiç şüphe yok ki kişisel menfaatleri dolayısıyla kukla olmayı göze almıştır ve kukla, bilindiği üzere kendi kontrolünde hareket edemeyen, bir başkası tarafından yönlendirilmeye mahkum bir tür oyuncaktır. İşte sınıfın yerini kimliğin aldığını söyleyenler bu kuklalar, kaderi başkalarına bağlı olanlardır. Sınıf, sömürü olan her yerde mutlaka olacaktır.

Kimlik ise, bir insanın niceliksel özelliklerini tanımlamada önemli bir unsur olabilir kuşkusuz, ama sınıf olgusunun yerine geçebilmesi ancak tek bir durumda, sınıfın topyekün ortadan kalkmasıyla mümkün olabilir. Oysa iddia edilen sınıf olgusunun ortadan kalktığıdır, sınıfların değil. O halde kimliklerle bir insanı tanımlamak, o insanın insansal niteliklerine yapılan küçük bir vurgu olabilir ancak; insanın bir şirkette temizlikçi olmasıyla müdür olması arasında, eğer her ikisinin de tepesinde bir sömüren varsa hiçbir fark yoktur. İşte sınıfın yerine kimliğin konulmak istenmesi, bu gerçeğin ört bas edilmesinden ibarettir.

Kimliği sınıfın önüne koymak isteyen ve büyük çoğunluğu neo-liberal olarak adlandırılan demode kişilerin argümanlarını savunmak için demokrasi’ye bel bağlamaları ise tebessüm edilesi bir vaka. Çünkü insanlar bir sınıfın mensubu değillerse demokrasi hangi karşıtlıklar arasındaki bir mücadele olacak? Bizim neo-liberaller, demokrasinin sınıflar arası çarpışma olması gerektiğinin farkında değiller galiba, o yüzden birbirine benzeyen bilmem kaç partiden birini seçmeyi demokrasi sanıyorlar. Oysa unutmamak gerekir ki, demokrasi, ırzına Ahmet’in mi yoksa Mehmet’in mi geçeceğini seçme hakkına sahip olmak değildir.

Hiç yorum yok: