26 Nisan 2009 Pazar

ANLAŞILMASI GEREKLİ BİR YAZAR:PEYAMİ SAFA



Türkiye, düşün dünyasında kafa patlatmış bir takım insanların anlaşılamadığı ya da geç anlaşıldığı, üzerine etraflıca değerlendirmeler yapılamadığı bir ülke malesef. Yazarımız çizerimiz hakkındaki yargılarımız genellikle kulaktan dolma bilgilerle veya "tanıtıcı" ansiklopedik maddelerle şekillenmiş. Öyle ki, önyargı, sol cenahtan aklı başında insanların bile yanılgılarından birisi olarak başgöstermiş, kutuplaşma değerlendirme ölçütlerimizin dürüstlüğüne gölge düşürmüş. Gençliğinde hızlı solcu, sonradan daha maneviyata yönelen insanlar için "O dinci oldu," şeklinde bir etiketlemeye girişmek bu durumun en belirgin örneklerindendir.
Nazım'ın eski kankası, sonra ise fikir dünyasında en çok çeliştiği ve de çatıştığı isim olan Peyami Safa, belki de böylesi bir yapıştırma tanımlamadan ötürü yeterince anlaşılamamış, değeri bilinmemiştir.
Peyami Safa iki Dünya savaşının yeryüzünü kana buladığı 20.yüzyılda yaşadı ve çağının tipik aydınının bunalımlarını, acılarını ve herşeyden de önemlisi arayış sancılarını çekti. O, yaşadığı devrin toplumsal ve siyasal şartlarının temellerini attığı bir felsefi düşüncenin etkisinde kalmıştı ister istemez: Varoluşçuluk. Evet, varoluşu (insan varoluşunu) sorgulamasından ve o varoluşun toplum içinde nerede durması gerektiğini irdelemesinden ötürü Safa, bir varoluşçudur. Mesela, "Yalnızız" ın ana karakteri (yazarın kendi düşüncelerini cisimleştirdiği) Samim, romanın bir yerinde Heiddeger'den bahseder. Bu, varoluşunun keskinliğini ortaya koyan bir kafa karışıklığı içinde yaşayan yazarın, ontolojiden haberdar olduğunun küçük bir işaretidir yalnızca. Ama "existential" (varoluşsal) düşüncenin neresindedir Peyami Safa?
Çünkü klasik batı felsefesinde Varoluşçular iki gruba ayrılıyorlar: Tanrıtanımaz Varoluşçular ve Hristiyan Varoluşçular. Hristiyan denilenini, varoluş sorununu bir "din" veya herhangi bir "tanrı" düşüncesine bağlayanlar, yani cevaplarını orada arayanlar olarak da alabiliriz. 
Peyami Safa ikinci kategoriye daha yakın. O, pekala bir şarklı Kierkegaard sayılabilir. Ama olaya bu yönüyle bakılamamış bugüne değin. Safa, Kierkegaard'ın felsefesinde olduğu gibi varoluşun anlamına tanrıya yakınlaşmakla ulaşılabileceğine inanır. Ancak bu, onu basmakalıp fikirlere kapılanların inandığı gibi "dinci" ya da "dindar" falan kılmaz. Onun düşüncesinde öncelik, tanrıya ulaşmak değil, varoluşun anlamını bulmada onun varlığı düşüncesine angaje olmaktır kanımca.
Türkiye'de kendini daha dindar gören insanların Peyami Safa'yı derinlemesine anlayamamasının başlıca nedeni ise, müslümanlığın "sorgulamaya" kapalı bir yapıda kalması gerektiğine inanmaları sanırım. Çünkü çoğu dinde olduğu gibi müslümanlıkta da varlık, dinsel dogmalara bağlı olarak varoluş nedeni sorgulanmaksızın (Tanrının-Allahın yarattığını anlamaya çalışmanın günah olduğu düşüncesiyle) öylece kabul edilmelidir. Müslümanlığın felsefe dünyasından uzak bırakılması ve üzerine düşünmenin yersiz (ve günah olarak) görülmesi modern zamanların hazin sonuçlarından bağnaz dindarlığa işaret ediyor. Öyle olmasa, çağımızda hala müslüman filozoflar çıkartabilirdik.
Sonuç olarak, ülkemizde kendini dinine bağlı olarak adlandıranların, insan varoluşunun özgürlüğünü sınırlandırıcı bir takım tarikat/cemaatlerin içine gireceğine, ya da sol düşünceye yakın olup (inandığı düşünce sistemine aykırı olarak), kendisi dışında olanı anlamaya çalışmayan katı insanların Peyami Safa gibisinden yazarları irdelemeleri, yaşamlarını anlamlı kılmaya daha çok katkı sağlayabilir.   
 
   

Hiç yorum yok: